Ortalama Yunan milliyetçiliği bizimkinden daha yaygın ve kuvvetli imiş. Manyak insanlar Eurovision'a bayrağa sarınarak gelip akabinde de Türkiye'yi yuhaladılar uluslararası bir öğreci ortamında, herkesi gerdiler.
Öte yandan yine de anlaşabildiğim Yunanlar çok kral insanlar, o bakımdan Yunanistan'ı da kafamda "denyolar/kral adamlar" şeklinde bölüyorum an itibariyle.
Ha bir de bizim dışımızda tüm dünya Atatürk'e Kemal diyor, bir köşede bulunsun bu bilgi de.
Tuesday, 19 June 2007
İngiltere'de Küreselleşme
İngiltere'deki insanların da küreselleşmenin ekonomik götürülerinden şikayet ettikleri enteresan bir gerçekmiş. Misal tekstil, madencilik, seri üretim (araba, ütü falan) gibi eskiden çok mühim sektörleri sıfırlanmış zira bu sektörleri yurtdışına kaydırmanın daha ucuz olduğu sonucuna varılmış. Haliyle bir sürü kişi işinden de olmuş. İnsanlar "İngiltere'deki en büyük şirketler, en geniş sermayeler yabancıların" diye hayıflanır olmuşlar. Buraya kadar alıştığımız tablo.
Enteresan olan, İngiltere'nin bu işten karlı çıktığı gerçeği. Yani yatırımcıları Londra'ya çekerek merkezlerini Londra'ya kaydırmalarını sağlamış devlet, bu şekilde de şirketlerin başarılarının kaymağını yiyebiliyor. Çıkan paradan daha fazlası giriyor ülkeye. Dahası, bir şekilde nitelikli olan işçiler yeni ekonomik sistemde yerlerini bulmakta çok sıkıntı çekmemiş gibi görünüyor. Mağdur olanlar ise niteliksiz işçiler.
Türkiye'de aynı durumdan söz edemeyiz tabi ki, öte yandan küreselleşmeye karşı bellenen genel-geçer argümanların tarumar edilmesi ve boş korkuları açık etmesi açısından güzel bir örnekmiş bu İngiltere örneği.
Küreselleşmenin bir seçenek değil netice, zararlarının ise bir netice değil seçenek olduğunu düşünen kişileri yanaklarından öpüyor, şahsımla vayn ve dayn etmeye davet ediyorum.
Enteresan olan, İngiltere'nin bu işten karlı çıktığı gerçeği. Yani yatırımcıları Londra'ya çekerek merkezlerini Londra'ya kaydırmalarını sağlamış devlet, bu şekilde de şirketlerin başarılarının kaymağını yiyebiliyor. Çıkan paradan daha fazlası giriyor ülkeye. Dahası, bir şekilde nitelikli olan işçiler yeni ekonomik sistemde yerlerini bulmakta çok sıkıntı çekmemiş gibi görünüyor. Mağdur olanlar ise niteliksiz işçiler.
Türkiye'de aynı durumdan söz edemeyiz tabi ki, öte yandan küreselleşmeye karşı bellenen genel-geçer argümanların tarumar edilmesi ve boş korkuları açık etmesi açısından güzel bir örnekmiş bu İngiltere örneği.
Küreselleşmenin bir seçenek değil netice, zararlarının ise bir netice değil seçenek olduğunu düşünen kişileri yanaklarından öpüyor, şahsımla vayn ve dayn etmeye davet ediyorum.
Sunday, 3 June 2007
Bir Alıntı
"Otoritenin niye sınırlandırılması gerektiğini anlayamamış bünyelerle benim dahi işim olamaz."
Adolf Hitler, 1932, Habur Sınır Kapısı
Adolf Hitler, 1932, Habur Sınır Kapısı
Thursday, 31 May 2007
Kuzey Irak'a Müdahale
Son dönemlerde çok konuşulduğunu gözlemlediğim bir konu da Kuzey Irak'a müdahale. Haklı sebepler olduğu öne sürülüyor, buna mani olmaya çalışanların art niyetli olduğu iddia ediliyor vesaire. Haliyle bu konuya eğilmesem olmaz.
Evvela konunun spesifik halinden bahsetmek gerekiyor sanırsam. Türkiye daha önce Kuzey Irak'a sayısız kereler girmiş, sayısız operasyonlarda bulunmuştur. Aynı dönemde yüzlerce kişilik gruplar halinde anarşi (hem de iyi olmayan versiyonu) ile dolu Kuzey Irak'ta fink atmakta olan PKK'lılarla çarpışılmış, sayısız PKK'lı ölü ele geçirilmişti. O günler PKK'nın en güçlü dönemiydi, eşek yüküyle para harcıyorduk PKK ile savaşacağız diye. Sayısız kişi ölüyordu her iki taraftan da.
Şimdi aynı çözüm öneriliyor. Kim bilir kaçıncı kez. Peki daha önce hedefe ulaşamamış bir planın (ki şu anki planın ilan edilen hedefinin PKK'yı zayıflatmak değil bitirmek olduğunu hatırlatmakta fayda var) şu anda hedefe ulaşacağına dair ne gibi bir belirti var? Kuzey Irak'ta en fazla 5'li gruplar halinde gezen PKK'yı ne şekilde bitirecek oraya giden ordu, haydi bitirebilir diyelim bu ne kadar sürecek, o esnada neler olacak belli değil.
Hiç önemsemediğimiz bir gerçek de Kuzey Irak'ın artık eski Kuzey Irak olmadığı. Artık oraya egemen bir devlet var. Bu demek oluyor ki oraya girdiğimizde başkasının egemenlik alanına giriyoruz. Ermenistan'ın operasyon yapmak için Van'a bir girip çıkıvermesi gibi bir şey bu. Oradaki yönetim de haliyle bu durumu mutlulukla kucaklamıyor. Hatta kendince tehditlerde bulunuyor. Bunu duyan yurdum insanı da "nasıl tehdit eder bizi, o zaman yapalım" gibi mahalle kavgası mentalitesine teslim oluyor.
Bir düşünün, orada olacaklardan da bağımsız düşünün, K. Irak'a böyle geniş çaplı bir operasyon çerçevesinde girmemiz sonucunda Türkiye'nin uluslararası imajına neler olur diye. Tabi birileri çıkacak "aman imaj için memleketi satıyorlar" falan diyecek, lakin bir ülkenin tanınması, saygı görmesi, hatta egemenliğine saygı duyulması böyle şeylere bakıyor. Kendi içindeki çarpık mantıktan sapmadı diye kimseye madalya vermiyorlar. Egemenliğini sadece askeri şekilde elde ettiğini sanan bir milletin evlatları olarak tek bildiğimiz "saldıralım/saldırıya hazırlanalım" durumları arasında gidip gelmek olmuş. Bunu biz biliyoruz, diğer ülkeler de biliyor ve bakıyorlar bir değişiklik olacak mı diye. Olmaması için elden geleni yapıyoruz maşallah.
Son olarak AB'nin PKK mevzuundaki tutumuna biraz değineceğim. AB, PKK'nın terörist kimliğini tanımakta çok gecikmiş, ondan önce ve akabinde PKK ile oldukça yakın ilişkiler içerisinde olmuştur zaman zaman. Öte yandan bizim PKK'yı o bölgede ortaya "çıkıveren" bir örgüt olarak görmemizden kelli, bunu Türkiye'ye karşı bir şey olarak algıladık hep. Kim bilir belki bazıları öyleydi, öte yandan böyle bir genelleme çok aptalca. Zira PKK'nın ortaya çıkış sebepleri var, Diyarbakır Cezaevi gerçeği var, 30'larda Kürtler'in kırılması hadisesi var. Kürtler'le hiçbir sorun yokmuş da terör örgütü kuruluvermiş demek ancak kötü bir yalandır. Zira kimse sebebi yokken dağa çıkıp eşkiya hayatı yaşamaya başlamaz, o haliyle düzenli bir orduyla çarpışmaz. Burada PKK'nın haklı olduğu değil bahsim, sadece haklı bir tepkiden doğmuş olduğu. Yöntemini tasvip etmenin bir yolu yok; öte yandan yöntemlerle sebepleri karıştırmayalım.
AB'nin PKK ile diyaloğu da Türkiye'de Kürtler'i temsil eden bir muhatap olmamasından kaynaklanıyor biraz da. Yani Kürtler en basitinden dağlar kadar insan hakları ihlaline uğradılar, AB de bunlarla ilgileniyor haliyle. E ama kiminle konuşacaksın, bir temsilci yok. Buna tepki olarak kurulmuş bir örgüt var, o da PKK. Haliyle onunla konuşuyorlar. Meclise girmemeleri için dünyada görülmemiş barajlar kuran, sonra neredeyse kendisi bile barajı aşıp meclise giremediği için sızlanan bir ideolojinin neticesidir bu. DTP tarafından desteklendiği için Baskın Oran'ı PKK yanlısı yapacak kadar cahil zatların iyi niyetli çabalarının ürünüdür.
IRA ile diyaloğu geçtim, İngilizler'den kopan Kuzey İrlanda'yı bünyesine alan bir AB'dir bahsettiğimiz bu arada, o yüzden "ancak Türkler'e işliyor bunlar" mızmızlığından da vazgeçelim. AB'nin keyfi hareket ettiği zamanlar olduğu muhakkak, öte yandan AB içerisinde de buna bir tepki var, o yüzden sınırlı bir keyfilik sözkonusu ancak.
İşbu durumda, yapılabilecek en iyi şeyin K. Irak yönetiminin PKK'ya olan desteğini ifşa etmektir. "Arayan bulur" gibi bir itiraz kabul edilemez, hem davanı savunmayacaksın hem de mağdur ayağına yatacaksın diye bir şey yok. Madem sınırındaki komşun senin topraklarında terörist saldırılar düzenleyen bir örgüte yardım ve yataklık ediyor, bunu dünya kamuoyuna ispatla, dırdır et, insan hakları komünitesine bunu duyur. Diasporanı kullan. Ha eğer bunu yapmıyorsan ya da yapabilecek kanıdın yoksa zaten dünden bitmiş senin davan, otur oya falan işle.
Evvela konunun spesifik halinden bahsetmek gerekiyor sanırsam. Türkiye daha önce Kuzey Irak'a sayısız kereler girmiş, sayısız operasyonlarda bulunmuştur. Aynı dönemde yüzlerce kişilik gruplar halinde anarşi (hem de iyi olmayan versiyonu) ile dolu Kuzey Irak'ta fink atmakta olan PKK'lılarla çarpışılmış, sayısız PKK'lı ölü ele geçirilmişti. O günler PKK'nın en güçlü dönemiydi, eşek yüküyle para harcıyorduk PKK ile savaşacağız diye. Sayısız kişi ölüyordu her iki taraftan da.
Şimdi aynı çözüm öneriliyor. Kim bilir kaçıncı kez. Peki daha önce hedefe ulaşamamış bir planın (ki şu anki planın ilan edilen hedefinin PKK'yı zayıflatmak değil bitirmek olduğunu hatırlatmakta fayda var) şu anda hedefe ulaşacağına dair ne gibi bir belirti var? Kuzey Irak'ta en fazla 5'li gruplar halinde gezen PKK'yı ne şekilde bitirecek oraya giden ordu, haydi bitirebilir diyelim bu ne kadar sürecek, o esnada neler olacak belli değil.
Hiç önemsemediğimiz bir gerçek de Kuzey Irak'ın artık eski Kuzey Irak olmadığı. Artık oraya egemen bir devlet var. Bu demek oluyor ki oraya girdiğimizde başkasının egemenlik alanına giriyoruz. Ermenistan'ın operasyon yapmak için Van'a bir girip çıkıvermesi gibi bir şey bu. Oradaki yönetim de haliyle bu durumu mutlulukla kucaklamıyor. Hatta kendince tehditlerde bulunuyor. Bunu duyan yurdum insanı da "nasıl tehdit eder bizi, o zaman yapalım" gibi mahalle kavgası mentalitesine teslim oluyor.
Bir düşünün, orada olacaklardan da bağımsız düşünün, K. Irak'a böyle geniş çaplı bir operasyon çerçevesinde girmemiz sonucunda Türkiye'nin uluslararası imajına neler olur diye. Tabi birileri çıkacak "aman imaj için memleketi satıyorlar" falan diyecek, lakin bir ülkenin tanınması, saygı görmesi, hatta egemenliğine saygı duyulması böyle şeylere bakıyor. Kendi içindeki çarpık mantıktan sapmadı diye kimseye madalya vermiyorlar. Egemenliğini sadece askeri şekilde elde ettiğini sanan bir milletin evlatları olarak tek bildiğimiz "saldıralım/saldırıya hazırlanalım" durumları arasında gidip gelmek olmuş. Bunu biz biliyoruz, diğer ülkeler de biliyor ve bakıyorlar bir değişiklik olacak mı diye. Olmaması için elden geleni yapıyoruz maşallah.
Son olarak AB'nin PKK mevzuundaki tutumuna biraz değineceğim. AB, PKK'nın terörist kimliğini tanımakta çok gecikmiş, ondan önce ve akabinde PKK ile oldukça yakın ilişkiler içerisinde olmuştur zaman zaman. Öte yandan bizim PKK'yı o bölgede ortaya "çıkıveren" bir örgüt olarak görmemizden kelli, bunu Türkiye'ye karşı bir şey olarak algıladık hep. Kim bilir belki bazıları öyleydi, öte yandan böyle bir genelleme çok aptalca. Zira PKK'nın ortaya çıkış sebepleri var, Diyarbakır Cezaevi gerçeği var, 30'larda Kürtler'in kırılması hadisesi var. Kürtler'le hiçbir sorun yokmuş da terör örgütü kuruluvermiş demek ancak kötü bir yalandır. Zira kimse sebebi yokken dağa çıkıp eşkiya hayatı yaşamaya başlamaz, o haliyle düzenli bir orduyla çarpışmaz. Burada PKK'nın haklı olduğu değil bahsim, sadece haklı bir tepkiden doğmuş olduğu. Yöntemini tasvip etmenin bir yolu yok; öte yandan yöntemlerle sebepleri karıştırmayalım.
AB'nin PKK ile diyaloğu da Türkiye'de Kürtler'i temsil eden bir muhatap olmamasından kaynaklanıyor biraz da. Yani Kürtler en basitinden dağlar kadar insan hakları ihlaline uğradılar, AB de bunlarla ilgileniyor haliyle. E ama kiminle konuşacaksın, bir temsilci yok. Buna tepki olarak kurulmuş bir örgüt var, o da PKK. Haliyle onunla konuşuyorlar. Meclise girmemeleri için dünyada görülmemiş barajlar kuran, sonra neredeyse kendisi bile barajı aşıp meclise giremediği için sızlanan bir ideolojinin neticesidir bu. DTP tarafından desteklendiği için Baskın Oran'ı PKK yanlısı yapacak kadar cahil zatların iyi niyetli çabalarının ürünüdür.
IRA ile diyaloğu geçtim, İngilizler'den kopan Kuzey İrlanda'yı bünyesine alan bir AB'dir bahsettiğimiz bu arada, o yüzden "ancak Türkler'e işliyor bunlar" mızmızlığından da vazgeçelim. AB'nin keyfi hareket ettiği zamanlar olduğu muhakkak, öte yandan AB içerisinde de buna bir tepki var, o yüzden sınırlı bir keyfilik sözkonusu ancak.
İşbu durumda, yapılabilecek en iyi şeyin K. Irak yönetiminin PKK'ya olan desteğini ifşa etmektir. "Arayan bulur" gibi bir itiraz kabul edilemez, hem davanı savunmayacaksın hem de mağdur ayağına yatacaksın diye bir şey yok. Madem sınırındaki komşun senin topraklarında terörist saldırılar düzenleyen bir örgüte yardım ve yataklık ediyor, bunu dünya kamuoyuna ispatla, dırdır et, insan hakları komünitesine bunu duyur. Diasporanı kullan. Ha eğer bunu yapmıyorsan ya da yapabilecek kanıdın yoksa zaten dünden bitmiş senin davan, otur oya falan işle.
Wednesday, 30 May 2007
Bir Alıntı
"Benden önce yaşayanların yaptıklarından kendime pay çıkartacak kadar düşmedim daha Ceyn!"
Tarzan, 1990'da Hilton'un rufundaki bir davette milliyetçilik ithamlarını değerlendiriyor
Tarzan, 1990'da Hilton'un rufundaki bir davette milliyetçilik ithamlarını değerlendiriyor
İnançlara Saygı
Şimdi benim Hz. Muhammed'i tanımayıp onu tarihsel olarak yargıladığımı düşünelim, İslam'a saygısızlık etmiş sayılıyorum. O vakit İslam'a (ve daha birçok dine) inanan kişileri rasyonelliğe saygısızlık ile ne zaman itham edebileceğiz? Bir fikre dair güven temelsiz (inanç) olunca niçin temelli (bilgi) olandan daha "saygın"? Enteresan.
Cumhuriyet Mitingleri
Bu mitingler herhalde benim kısa ömrümdeki en büyük tantanayı yarattı. Bunu yaratmaması gerekirdi manasında söylemiyorum, öte yandan yaratılan tantananın niteliği, etkileri, etkileyenleri sanki birbirinden en iyi ihtimalle habersiz, bir ihtimal duyarsız ve en kötü ihtimalle haberdar gibi. Şimdi burada ne demeye çalıştım?
Evvela bu mitinglerin katılımcılarını doğrudan "ulusalcı", "laikçi" (ki dikkat ediniz, laik ile laikçi ayrı kavramlardır kafamda, hangisinin laisiteyle alakalı olduğunu bulmayı okurlarıma bırakıyorum - ehm), "islamcı" olarak nitele(ye)meyeceğimi belirtmem gerekir. Haysiyetsizsen bile aklın mantığın varsa bunu yapmazsın. Zira oraya gidip aradığını bulan/bulamayan birçok kişi oldu, birçok kişi ve grup düşüncelerini söyledi, hatta bağırdı, tepindi. Neg'zel.
Duruma önce iyi yönden bakalım.
Türkiye halkları devlete karşı uzunca zamandır başarıyla sürdürdükleri "dürttün mü köşeye yuvarlanan eceli gelmiş eşek dinamizmi"ni üzerinden atmayı başarmıştır bu mitingler esnasında ve ertesinde (tabi burada kürtler'i ayrı tutuyorum, kendileri terör örgütü kurmaya kadar gitmişlerdir, fakat bunun hakkındaki yorumlarımı sonraya saklıyorum). İnsanlar sesleri olduğunu fark ettiler, kendileri gibi olan (veya karşılıklı bir şekilde kendileri gibi olduğunu düşündükleri) insanların farkına vardılar. Kitlelerin devlete karşı etkisini sınadılar. Muhteşem.
Şimdi gelelim kötü yöne.
Bu dinamizm elimizde patlamaya çok müsait bir dinamizmdir bana göre. Evvela mitingi düzenleyenlerin açıkça ve alenen ulusalcı davaya olan bağlılıkları ortadadır. Eğer bu insanların düzenlediği bir mitinge 100 milyon kişi gelirse (şimdi o münakaşaya hiç giremeyeceğim) o 100 milyon kişi ne düşünürse düşünsün, güçlenen fikirlerden biri organizatörlerin fikirleri olacaktır. Herhangi bir an mesela Cumhuriyet Gazetesi "işte halkı çağırdık sokaklara döküldüler, halk arkamızda" diyebilecektir. Benim miting öncesi konuştuğum (ve mitinge giden) kişilerin çoğu ise ulusalcı değildi. Ulusalcı çıkanlarla durumlarını öğrenmeme müteakip konuşmadım pek.
Ulusalcılığın gördüğüm en tehlikeli özelliklerinden biri totolojisinin sağlamlığı. Motto şu: "Millet bizim arkamızda, sen bizim arkamızda değilsen sen milletten değilsin ve (dolayısıyla) hainsin". Buna karşı kim ne diyebilir ki? Aynı mantık alışılagelmiş milliyetçilik doktrinlerimizde de mevcut; fakat böyle bir şeyi oluşurken izlemek çok dehşet verici.
Bu küçük sapmadan sonra konuya dönüyorum; diyordum ki mitingde farklı farklı insanlar vardı. Kimileri askeri müdahaleye karşıyken kimisi açıkça "laik ordu göreve" dakikaları yaşattı insanlara. Bu insanların daha önce ordunun göreve gelip ne sikime derman olduğunu, bugün "laikçi" bekçimiz kesilen kendilerinin bizzat türbanın "modernize başörtüsü" olarak Türkiye'ye gelmesine aracı olduklarını, Kenan Paşa'nın (ünvan itibariyle değil paşalığı da neyse) sağda solda "din elden gidiyor, komünistler dininizi elinizden alacak" diyerek kuran'dan ayetler haykırdığını, yeşil kuşak'ta Amerika'ya tam destek çıktığını bilip bilmediğini, biliyorlarsa nasıl gözardı ettiklerini merak ediyorum. Bugün herhangi bir güç odağının güç uğruna yozlaşması normal addedilirken, askeriyeyi (yani bütün özelliklere ilaveten silahlı, (neredeyse) özerk, dar görüşlü olmak ve sorgulamamak üzere eğitilmiş, ataerkil, hiyerarşik bir kurumu) yozlaşmaktan tartışmasız bir şekilde uzak tutanın ne olduğunu açıklayabilir miyiz? "Atatürk askerdi, demek ki asker Atatürk'tür" gibi gerizekalıca bir mantıkla hareket ederken kimin neyini sorgulayabiliyoruz ki?
Neticede kimse bana 80'lerdeki "komünizme karşı islam" manevrasının bizi tekrar askeri müdahaleye muhtaç bıraktığı mevzusunda yeterli ve geçerli antitez sunabilmiş değil (belki de haysiyetsizliğimden ben analiz edememişimdir). Eğer askeriye fanatizmi karşı fanatizmle söndürmeye çalışıp periyodik olarak başarısız olan bir kurumsa, bunun demokrasiye faydasını nasıl açıklayabiliriz? Yani kendini besleyen anti-demokratik bir kontrol mekanizmasının, kontrol edilmesi gereken problemleri bizzat yumurtlaması akabinde de "işşte geldim burdayım" demesi kimseye bir şey ifade etmiyor mu?
Bu durumda, daha önce haysiyetsizliğimin sonsuz nedenlerinden biri olarak sayılmış "esas problem irtica değil cunta" ifademin nereye dayandığı daha açık olsa gerek. İrticanın bir problem veya tehlike olarak kabul edilmesi doğal, gerekli de. Öte yandan şu anda kimse üniversitedeki türban yasağını kaldırmaya yeltenecek göte sahip değilken, onun yerine keyfine göre cumhurbaşkanı seçilmiyor diye homurdanan bir orduya sahipken, kimi kandırıyoruz "irtica geliyormuş, duydum ben" diye? Muhakkak birilerinin böyle planları vardır, öte yandan göz var nizam var. Tüm dünyanın izlediği anda "ahanda irtica getirdik" denecek, akabinde doğduğundan beri kemalizmi (ki Mustafa Kemal ile isim benzerliğinden ibaret bir ilişkisi vardır) bir din olarak benimsemiş halka "eveeet, artık laik değiliz" denecek, halk "tabi abi lafı mı olur" diyecek. Sonra dönecek orduya "ya seni de mahçup ediyoruz ama bir zahmet oruç tutanları artık açıktan açığa dövdürürsen" diyecek, ordu da "hay hay, ben de ne yapsam da yönetime el koymasam diyordum" diyecek. Vay be. Bize anlatılanlara göre laikliği korumak irticayı getirmekten zormuş 80 yıldır (düşmanın-dinine-)laik ulus devletin yıldızlı pekiyili öğrencisi olan işbu millete.
Bütün bunları kabul etsek bile bir gerçek var ki dağlar taşlar yerinden oynatamıyor: bu ülkede irtica tehlikesi (en azından "büyüklerimizin" izin verdiği sınırların ötesinde) hiç gerçekleşmedi ama cunta tehlikesini şu anda gazetelerde yazan kişiler bundan 10 ve 20 ve 30 sene önce de (geriye dönük ömürleri yettiğince) bu tehlikeleri yazıyorlardı, hepsi (kısmen de olsa) gerçekleşti, toplumu ve medeniyeti geri götürdü. Buna rağmen hala bunda bir motif görememek için çok uğraşıyor olmak gerekiyor herhalde. Ulusalcılar ve milliyetçiler devamlı adam öldürüyor, hepsi münferit. Ankara'da bomba patlıyor, 5 dakika sonra PKK. Bunu PKK'yı savunmak için söylemiyorum, sadece adam öldürdüğü bilinen düşünce akımlarının nasıl önyargılı tartıldığını göstermeye çalışıyorum. Bir tarafta bağlantıları ortada bir mevzu, diğer tarafta değil kabul etmek reddedilmiş bir saldırı (reddedeceksen niye terör saldırısı yaparsın ki) ve olay mahalline akın eden generaller takımı. Bu durum, patlamadan PKK'nın sorumlu olmadığını ispat etmez ama sorumlu olmadığı yönünde bir ipucudur. PKK'ya yönelik tek delilimiz ise bombanın tipi. Sahi, Şemdinli'deki bomba ne tipti hatırlıyor muyuz?
Türkiye'de elitler çarpışıyor; geleneksel elit (kemalist tabir ettiğimiz kesmin kemalizmden çıkar sağlayanı) ve yeni elit (esnaftan gelme "halk" siyaseti, içinde dini de var küfrü de). İki eliti de başımda istemediğim aşikar, ama eğer revaçta olan "kötünün iyisi" mevzubahis olacaksa, en azından statükonun değişmesini ve böylece diğerlerine yer bırakmasını tercih ederim. Ama bugün "ben halk adamıyım" diyen iki gün sonra "küçük halk"ın arasında destekçisi bol akp'yi "temsiliyet" probleminden gayrımeşru kılmaya çalışırsa ben o adamın suratına gülerim. Problem temsiliyet ise senelerce güneydoğuda %50 oy alan DEHAP-HADEP-DTP-HERNEYSE partilerinin temsil ettiği kalabalıkların temsiliyet haklarına ne oldu? Kenan Paşa'm mı yedi onları yoksa? Dahası, temsiliyet hep "azınlığın" ve "fakirin" bir problemi olmamış mıdır? Buradan hareketle, Türkiye'deki elitin veya en azından orta-üst ve okumuş sınıfın "bu insanlar beni temsil etmiyor" şeklindeki (isabetli) önermeleri, geçmişe de bakıldığı takdirde, riyakarlık ve "bu sistem bana yarıyordu, başımda taşralı istemem, memleketi buna bırakamayız" söylemlerine gelip dayanmıyor mu?
Yine yanlış anlaşılmaya mahal vermeyeyim, kalan haysiyetle oynamayayım. Temsiliyet varolan bir problemdir, sadece bu problemin mevcut değerlendirmeleri onu çözmek değil alet etmek niyetindedir. Eğer çözmek isteselerdi bunu yapabilecekleri nice imkanları vardı, fakat bu kural kendilerinin aleyhine çalışmaya başlayana kadar "asimile Kürt"lerden ibaret bir Kürt popülasyonunun içinde "Kürt mü, hiiiiç şikayetçi değil" hayalimize devam etmekten geri kalmadılar.
Yani bu mitinglerin düşündürdükleri arasında birçok doğru problem var. Ama bu problemlerin doğrulukları arasında bu problemleri kendi çıkarı için kullanmaya çalışan güç odaklarını problematize etmekten geri kalamayız. Yani lafın gelişi, aslında kaldık da kalmayın diyorum. Hıı.
Evvela bu mitinglerin katılımcılarını doğrudan "ulusalcı", "laikçi" (ki dikkat ediniz, laik ile laikçi ayrı kavramlardır kafamda, hangisinin laisiteyle alakalı olduğunu bulmayı okurlarıma bırakıyorum - ehm), "islamcı" olarak nitele(ye)meyeceğimi belirtmem gerekir. Haysiyetsizsen bile aklın mantığın varsa bunu yapmazsın. Zira oraya gidip aradığını bulan/bulamayan birçok kişi oldu, birçok kişi ve grup düşüncelerini söyledi, hatta bağırdı, tepindi. Neg'zel.
Duruma önce iyi yönden bakalım.
Türkiye halkları devlete karşı uzunca zamandır başarıyla sürdürdükleri "dürttün mü köşeye yuvarlanan eceli gelmiş eşek dinamizmi"ni üzerinden atmayı başarmıştır bu mitingler esnasında ve ertesinde (tabi burada kürtler'i ayrı tutuyorum, kendileri terör örgütü kurmaya kadar gitmişlerdir, fakat bunun hakkındaki yorumlarımı sonraya saklıyorum). İnsanlar sesleri olduğunu fark ettiler, kendileri gibi olan (veya karşılıklı bir şekilde kendileri gibi olduğunu düşündükleri) insanların farkına vardılar. Kitlelerin devlete karşı etkisini sınadılar. Muhteşem.
Şimdi gelelim kötü yöne.
Bu dinamizm elimizde patlamaya çok müsait bir dinamizmdir bana göre. Evvela mitingi düzenleyenlerin açıkça ve alenen ulusalcı davaya olan bağlılıkları ortadadır. Eğer bu insanların düzenlediği bir mitinge 100 milyon kişi gelirse (şimdi o münakaşaya hiç giremeyeceğim) o 100 milyon kişi ne düşünürse düşünsün, güçlenen fikirlerden biri organizatörlerin fikirleri olacaktır. Herhangi bir an mesela Cumhuriyet Gazetesi "işte halkı çağırdık sokaklara döküldüler, halk arkamızda" diyebilecektir. Benim miting öncesi konuştuğum (ve mitinge giden) kişilerin çoğu ise ulusalcı değildi. Ulusalcı çıkanlarla durumlarını öğrenmeme müteakip konuşmadım pek.
Ulusalcılığın gördüğüm en tehlikeli özelliklerinden biri totolojisinin sağlamlığı. Motto şu: "Millet bizim arkamızda, sen bizim arkamızda değilsen sen milletten değilsin ve (dolayısıyla) hainsin". Buna karşı kim ne diyebilir ki? Aynı mantık alışılagelmiş milliyetçilik doktrinlerimizde de mevcut; fakat böyle bir şeyi oluşurken izlemek çok dehşet verici.
Bu küçük sapmadan sonra konuya dönüyorum; diyordum ki mitingde farklı farklı insanlar vardı. Kimileri askeri müdahaleye karşıyken kimisi açıkça "laik ordu göreve" dakikaları yaşattı insanlara. Bu insanların daha önce ordunun göreve gelip ne sikime derman olduğunu, bugün "laikçi" bekçimiz kesilen kendilerinin bizzat türbanın "modernize başörtüsü" olarak Türkiye'ye gelmesine aracı olduklarını, Kenan Paşa'nın (ünvan itibariyle değil paşalığı da neyse) sağda solda "din elden gidiyor, komünistler dininizi elinizden alacak" diyerek kuran'dan ayetler haykırdığını, yeşil kuşak'ta Amerika'ya tam destek çıktığını bilip bilmediğini, biliyorlarsa nasıl gözardı ettiklerini merak ediyorum. Bugün herhangi bir güç odağının güç uğruna yozlaşması normal addedilirken, askeriyeyi (yani bütün özelliklere ilaveten silahlı, (neredeyse) özerk, dar görüşlü olmak ve sorgulamamak üzere eğitilmiş, ataerkil, hiyerarşik bir kurumu) yozlaşmaktan tartışmasız bir şekilde uzak tutanın ne olduğunu açıklayabilir miyiz? "Atatürk askerdi, demek ki asker Atatürk'tür" gibi gerizekalıca bir mantıkla hareket ederken kimin neyini sorgulayabiliyoruz ki?
Neticede kimse bana 80'lerdeki "komünizme karşı islam" manevrasının bizi tekrar askeri müdahaleye muhtaç bıraktığı mevzusunda yeterli ve geçerli antitez sunabilmiş değil (belki de haysiyetsizliğimden ben analiz edememişimdir). Eğer askeriye fanatizmi karşı fanatizmle söndürmeye çalışıp periyodik olarak başarısız olan bir kurumsa, bunun demokrasiye faydasını nasıl açıklayabiliriz? Yani kendini besleyen anti-demokratik bir kontrol mekanizmasının, kontrol edilmesi gereken problemleri bizzat yumurtlaması akabinde de "işşte geldim burdayım" demesi kimseye bir şey ifade etmiyor mu?
Bu durumda, daha önce haysiyetsizliğimin sonsuz nedenlerinden biri olarak sayılmış "esas problem irtica değil cunta" ifademin nereye dayandığı daha açık olsa gerek. İrticanın bir problem veya tehlike olarak kabul edilmesi doğal, gerekli de. Öte yandan şu anda kimse üniversitedeki türban yasağını kaldırmaya yeltenecek göte sahip değilken, onun yerine keyfine göre cumhurbaşkanı seçilmiyor diye homurdanan bir orduya sahipken, kimi kandırıyoruz "irtica geliyormuş, duydum ben" diye? Muhakkak birilerinin böyle planları vardır, öte yandan göz var nizam var. Tüm dünyanın izlediği anda "ahanda irtica getirdik" denecek, akabinde doğduğundan beri kemalizmi (ki Mustafa Kemal ile isim benzerliğinden ibaret bir ilişkisi vardır) bir din olarak benimsemiş halka "eveeet, artık laik değiliz" denecek, halk "tabi abi lafı mı olur" diyecek. Sonra dönecek orduya "ya seni de mahçup ediyoruz ama bir zahmet oruç tutanları artık açıktan açığa dövdürürsen" diyecek, ordu da "hay hay, ben de ne yapsam da yönetime el koymasam diyordum" diyecek. Vay be. Bize anlatılanlara göre laikliği korumak irticayı getirmekten zormuş 80 yıldır (düşmanın-dinine-)laik ulus devletin yıldızlı pekiyili öğrencisi olan işbu millete.
Bütün bunları kabul etsek bile bir gerçek var ki dağlar taşlar yerinden oynatamıyor: bu ülkede irtica tehlikesi (en azından "büyüklerimizin" izin verdiği sınırların ötesinde) hiç gerçekleşmedi ama cunta tehlikesini şu anda gazetelerde yazan kişiler bundan 10 ve 20 ve 30 sene önce de (geriye dönük ömürleri yettiğince) bu tehlikeleri yazıyorlardı, hepsi (kısmen de olsa) gerçekleşti, toplumu ve medeniyeti geri götürdü. Buna rağmen hala bunda bir motif görememek için çok uğraşıyor olmak gerekiyor herhalde. Ulusalcılar ve milliyetçiler devamlı adam öldürüyor, hepsi münferit. Ankara'da bomba patlıyor, 5 dakika sonra PKK. Bunu PKK'yı savunmak için söylemiyorum, sadece adam öldürdüğü bilinen düşünce akımlarının nasıl önyargılı tartıldığını göstermeye çalışıyorum. Bir tarafta bağlantıları ortada bir mevzu, diğer tarafta değil kabul etmek reddedilmiş bir saldırı (reddedeceksen niye terör saldırısı yaparsın ki) ve olay mahalline akın eden generaller takımı. Bu durum, patlamadan PKK'nın sorumlu olmadığını ispat etmez ama sorumlu olmadığı yönünde bir ipucudur. PKK'ya yönelik tek delilimiz ise bombanın tipi. Sahi, Şemdinli'deki bomba ne tipti hatırlıyor muyuz?
Türkiye'de elitler çarpışıyor; geleneksel elit (kemalist tabir ettiğimiz kesmin kemalizmden çıkar sağlayanı) ve yeni elit (esnaftan gelme "halk" siyaseti, içinde dini de var küfrü de). İki eliti de başımda istemediğim aşikar, ama eğer revaçta olan "kötünün iyisi" mevzubahis olacaksa, en azından statükonun değişmesini ve böylece diğerlerine yer bırakmasını tercih ederim. Ama bugün "ben halk adamıyım" diyen iki gün sonra "küçük halk"ın arasında destekçisi bol akp'yi "temsiliyet" probleminden gayrımeşru kılmaya çalışırsa ben o adamın suratına gülerim. Problem temsiliyet ise senelerce güneydoğuda %50 oy alan DEHAP-HADEP-DTP-HERNEYSE partilerinin temsil ettiği kalabalıkların temsiliyet haklarına ne oldu? Kenan Paşa'm mı yedi onları yoksa? Dahası, temsiliyet hep "azınlığın" ve "fakirin" bir problemi olmamış mıdır? Buradan hareketle, Türkiye'deki elitin veya en azından orta-üst ve okumuş sınıfın "bu insanlar beni temsil etmiyor" şeklindeki (isabetli) önermeleri, geçmişe de bakıldığı takdirde, riyakarlık ve "bu sistem bana yarıyordu, başımda taşralı istemem, memleketi buna bırakamayız" söylemlerine gelip dayanmıyor mu?
Yine yanlış anlaşılmaya mahal vermeyeyim, kalan haysiyetle oynamayayım. Temsiliyet varolan bir problemdir, sadece bu problemin mevcut değerlendirmeleri onu çözmek değil alet etmek niyetindedir. Eğer çözmek isteselerdi bunu yapabilecekleri nice imkanları vardı, fakat bu kural kendilerinin aleyhine çalışmaya başlayana kadar "asimile Kürt"lerden ibaret bir Kürt popülasyonunun içinde "Kürt mü, hiiiiç şikayetçi değil" hayalimize devam etmekten geri kalmadılar.
Yani bu mitinglerin düşündürdükleri arasında birçok doğru problem var. Ama bu problemlerin doğrulukları arasında bu problemleri kendi çıkarı için kullanmaya çalışan güç odaklarını problematize etmekten geri kalamayız. Yani lafın gelişi, aslında kaldık da kalmayın diyorum. Hıı.
Haysiyetsiz'e Giriş
Evet, nihayet kendime istediğim gibi haysiyetsizlik edebileceğim bir platform edinmiş bulunuyorum. Çevrimiçi (sıpanın ettiği lafa bak) veya değil bulunduğum birçok ortamda çeşitli vesilelerle (dinsiz/dinci/milliyetçi/milliyetsiz/hain/ibne/vesaire) haysiyetsizlikle itham edilmekten sıkılmış olan bendeniz, bu blogda bugünden itibaren haysiyetsizliğimin a priori olmasından faydalanarak küçük köşemden sağa sola laf yetiştirecek, kendi dar ve sıkı çapımda dünyayı memleketi kurtaracak belki de satacağım.
Bu esnada "evet abi, ne şahaneymişsin, haysiyetsiz de hayatımda duyduğum en gizli ironi" falan diyenlere, beni sevgi seline boğanlara çeşitli hediyelerim olacak.
Bu esnada "evet abi, ne şahaneymişsin, haysiyetsiz de hayatımda duyduğum en gizli ironi" falan diyenlere, beni sevgi seline boğanlara çeşitli hediyelerim olacak.
Subscribe to:
Posts (Atom)